Bir ülkede; bireyler için de, toplumlar için de ülkenin tümü için de, önce ekonomi, sonra güvenlik gelir. Güvenlik de bir ölçüde ekonomiye bağlı olduğu için, birinciliği ekonomiye verdim.
1950’den bu yana, ülkenin siyasetini, ekonomisini, eğitimini, tarımını, sanayisini ve turizmini karınca-kararınca izlemeğe çalışırım.
Çok sıkıntılı günler gördü bu ülke.
600 yıllık Osmanlı İmparatorluğu yıkıldı. O’nun üzerine Yeni Türkiye Cumhuriyeti kuruldu. Savaşlarda çok gencimizi kaybettik. Ekonomik yönden çöküntü yaşadık, yılmadık, dipdiri ayağa kalkmasını bildik. O nedenle ekonomik sıkıntılara katlandık. Çünkü gelecekte umudumuz vardı.
1939-1945 arasında İkinci Dünya Savaşı yaşandı. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün basireti sayesinde o savaşa katılmadık. Ama savaşın ekonomik sıkıntılarını gördük. Ekmek vesikaya bindi.
1945 de çok partili hayata geçtik. 14 Mayıs 1950 de de Demokrat Parti iktidarı devraldı.
Terörle mücadeleyi bir yana bırakırsak, o tarihlerden bu yana, Kıbrıs Çıkarmasının dışında da savaşa girmedik.
Ne var ki, bugünkü ekonomik durumumuz, ne kadar ekonomimizin iyi olduğu söylense de söylendiği gibi değil.
Şu anda; emekliler, işçiler, memurlar, esnaflar, polisler iyi durumda değil. Yakında çıkması olası bir ışık da görünmüyor.
Seçimler yapıldı bitti. Kazananlar oldu, kaybedenler oldu. Ne oldu-oldu. Artık önümüze bakalım.
Bu ekonomi nasıl düzelecek? Onun formüllerini ortaya koyalım. İktidar, muhalefet çekişmesini bırakalım.
İstiklal Savaşından nasıl başarıyla çıktık ise, o zor günleri nasıl atlattıysak, şimdi de atlatırız. Yeter ki, birimiz o yana, birimiz bu yana çekmeyelim.
Mehmet Şimşek’in formülleri ile İMF’ nin formülleri arasında bir fark yok. Sabit gelirlilerin boğazlarını biraz daha sıkarak düzlüğe çıkmak marifet değil.
İkinci Dünya Savaşından sonra Almanya ve Japonya nasıl kurtuluşa erdi ise, biz de erebiliriz. Devlette ve toplumda israfı bitirelim. Tarıma, sanayiye, turizme ağırlık verelim. Çıkarız sıkıntıların altından.