Sen yanmasan, ben yanmasam..!
Nazım Hikmet’in; “sen yanmasan, ben yanmasam nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa” sözünü çok severim.. Bir de yılların sloganı; “susma, sustukça sıra sana gelecek.”
İnsanları adalet ve merhamet kulvarında tutan iki önemli unsur vardır:
Biri kanun korkusu, diğeri ise “Allah korkusu..!” En önemlisi de bunları sorgulama hakkı ve sorgulayacak akletme yetisi..
Hepsi de kaybolmak üzere.! Yerlerini algı operasyonları ile köreltilmiş zihinler ve menfaat uğruna hakkı inkâr eden vicdansızlar almış..
Böyle devam ederse “yeni nesil bu hasletlerden yoksun” olarak dünyaya gelecek. Z kuşağının yeni versiyonu “zikzak kuşağı” olarak karşımıza çıkacak..
Bazen bana, neden 3. Göz Medyadasın diyorlar. 3. Göz ismi yetmez mi? diyorum. Olaylara tarafgirlik penceresinden değil, 360 derecelik hatta dronla havadan da bakabilen bir adalet, merhamet ve insanlık açısıyla baktığı için diyorum.
Adalet ve haksızlıkları dile getirmek uğruna kurşun yiyen, ceza evlerinde yatan, daha bir hafta evvel birkaç günlüğüne de olsa “hapishane havası solutulan,” sayısını dahi hatırlamadığı davalarla boğuşan İrfan Aydın’a bakın diyorum. Tek suçu doğrular dile getirmek olan bir gazeteci ve gazetesinin üzerindeki bu baskılar ne vicdani, ne ahlaki, ne de adildir.
Adalet bir gün herkese lazım olacaktır. En çokta adaleti sağladığını ve adalet dağıttığını söyleyenlere.
Ne acıdır ki 28 Şubat’ın ezikleri, ezenlerinden çok daha zalim çıktılar. Bu ülkenin maneviyatında onarılması çok zor tahribat ve mağduriyetler yarattılar.!
Önyargılar sadece sağın ve solun değil, “insanlığın genel” problemidir..
Bir olayı, bir fotoğrafı, bir duyumu olduğu gibi alıp doğru kabul etmek veya reddetmek..! Tek kriterimiz var: Kaynak “bizimkiler” mi.?
İşte burada “akıl ve vicdan” devreye girmesi gerekirken “hırs, önyargı, cahillik ve öğrenilmiş çaresizlik” sonucu “olduğu gibi kabul” duygusu devreye giriyor..
Kendimizi kandırmak için de; nasılsa “bizden değildi” has oldu savunması dile ve düşünceye düşüyor..
“İnsaf, merhamet ve adalet” devreden çıkıyor.. Hulasa-i kelam bir fikrin cezası; ne idam ne de hapis olmamalı.. Bunun sağlanması da “fikri hür, vicdani hür, tefekkür eden, akleden” bir toplumdan geçer..
Güzel insanları, düşünceleri, telore edilebilecek ders niteliğindeki basit eylemleri silindir gibi ezip sonra da yokluğuna vahlanıyoruz..
Peygamber Efendimizin dünyaya geldiği yıllarda İran Sasani İmparatorluğunun başında hükümdar olarak Nuşirevan vardı. Asıl ismi “Hüsrev”dir. Bu zat adaletiyle ün yapmıştır. Sadece İranlılar değil komşu ülke insanları dahi onun adaletine hayran kalmışlardır. Kırk sekiz sene hükümdarlık yapmıştır…
Nuşirevan-ı Âdil, avda vurduğu hayvanı kebap yaparken tuzun olmadığını fark etti. Uşağını en yakın köye gönderdi ve “Tuzu para ile al, köyden keyfi tuz almak gelenek olmasın” diye de tembihledi.
“Aman efendim” dedi yanındakiler, “bir parça tuzun muhasebesini etmeye değer mi”??
Nuşirevan-ı Âdil, “zulmün esası önceleri cihanda az imiş, sonra her gelen bir parça artırınca bugünkü hale varmış” yanıtını verdi.
Peygamber efendimiz; Ben âdil sultan zamanında dünyaya geldim buyurarak onun adâletini övmüştür. Ne yazık ki, Resulullah efendimizin İslamiyet’i tebliğinden önce öldüğünden, adaletiyle meşhur bu hükümdara İslam’la tanışmak nasip olmamıştır.
Sadi, devlet adamlarını şöyle uyarıyordu:
“Ahalinin bahçesinden padişah bir elma yerse, uşakları ağacı kökünden çıkarır.
Padişah, birinden yarım yumurta almakla zulmü uygun görecek olursa, padişahın askerleri bin tavuğu şişe geçirir.”