“Pek çok din vardır ama ahlâk tektir” demiş John Ruskin.
Bugün dünyada ve ülkemizde din adına yaşanılan ve yaşatılanlara bakınca bu sözün ne kadar doğru ve önemli olduğunu bir kez daha anlıyor insan.
Ahlaksız insanların ve menfaatleri uğruna dini çıkarlarına alet edenlerin dinleri olsa ne olur, olmasa ne olur?
Biraz okuyup araştırdığımızda; bütün tek tanrılı dinlerin aynı temel ahlaki değerlere dayandığını görürüz:
Çalmayacaksın, yalan söylemeyeceksin, aldatmayacaksın, hiçbir canlıya hatta doğaya zarar vermeyeceksin, adaletli ve merhametli olacaksın.
Kısaca hangi dine mensup olursan ol, ahlaklı iyi bir insan olacaksın.
Ahlaklı bir insan olmak için dindar olmaya gerek yok ama dindar olmak için, ahlaklı bir insan olmak mecburiyeti vardır.
Milyonlar açken milyarderler zevkine uzaya gidiyor. Vatandaşına bir bisikleti bile reva görmeyen liderler şahsi uçak filoları kuruyor. Kendisi yediğinden fazlasını çöpe dökerken, komşusuna çöpe attığı ekmeği bile fazla görüyor.
Kapitalizmin babası ünlü filozof Adam Smith, ahlak felsefesi profesörü olması nedeniyle ekonomik açıklamalarında bunun etkisi görülür.
Ekonomide ve doğal olaylarda bir düzen olduğunu ve bunun “gözlem ve ahlâk hissi ile tespit edilebileceğini” söyler.
Kanuni Sultan Süleyman;
“Bir insana yetki vermek için, sakın önceki haline güvenmeyesin! Nice kimseler vardır ki eline fırsat geçmediği için zühd ve takva yolunda gözükür; fırsatı ele geçirdiğinde ise Nemrut ve Firavun kesilir” demiş.
Yeni Şafak köşe yazarı Hayrettin Karaman, “Ahlak Herkese Lazım” başlıklı bir yazısında;
“”Kendi ahlaksızlığını bir şekilde meşrulaştırıp veya bunu bile yapmadan yoluna devam edip başkalarına ahlak dersi vermek de bir çeşit ahlaksızlıktır.
Eline para geçen ve zengin olan “dindarlar”, lüks ve israfta dinsiz veya dini hayatı gevşek/kusurlu olanları fersah fersah geçtiler.
Müslümanca örtünmenin ictimai hayata katılmaya engel olmaması için yıllarca mücadele ettik, değerli bedeller ödendi, sonunda engeller kalktı, bu defa da sözde örtünenler “örtülü açıklar” nitelemesinin örneği haline geldiler.
Birçok “dindar” işadamının işyerinde Müslümanca düzen, hakkını verme ve liyakati gözetme yok.
Birçok “dindar” (böyle görünen ve bilinen) olup kamu otoritesi kullanan kimsenin elindeki imkân ve yetkiyi kötüye kullandığına dair pek çok örnek var.
“Bu saydıkların “dindar” kesimde var da ötekilerde yok mu?” diye soranlar ve eleştirenler olacaktır.
Vardır, olmaz mı, ama bizde ya hiç ya da az (müstesna) olması gerekmiyor mu?”” Diyor..
Abdurrahim Dilipak ise bir yazısında;
AK Parti iktidarı Türkiye’de Müslümanlar için güzel bir imtihan oldu. Hatta bir turnusol kâğıdı vazifesi gördü diyor.
Devamında ise;
“”Fakirdik çünkü dindardık. Dindardık çünkü fakirdik.
Açıkçası üzgünüm. Başaramadık. Kabul etmemiz gereken bu gerçeği gizlemenin bir anlamı da yok. Meğer derdimiz sistem değil, pastadan pay almakmış. Meğer imanından şüphe ettiğimiz mini etekli kızları, bizimle gezmiyorlar diye tahkir ediyormuşuz.
Özeti şuymuş: Dindardık çünkü fakirdik, fakirdik çünkü dindardık. Cebimize para, altımıza makam, önümüze makam şoförü konulunca anladık kendi gerçekliğimizi. Bizim İslam diye bir derdimiz yokmuş. Bizde olmayan şeylerin peşinde koşuyormuşuz da haberimiz yokmuş. Paranın, kadının, itibarın, makamın, şöhretin…
Üstümüzdeki elbise dar geliyormuş da biz korkudan yine de “Tam bana göre” diyormuşuz.””
Diyerek durumun vahametini dile getiriyor.!
Bugünün Türkiye’sinde birçok kişi, kendi çıkar ve menfaatine dokunulduğu oranda tepki veriyor. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın kafası asla Müslüman kafası olamaz. Bunun içindir ki yeryüzünde Müslümanlar perişan halde.
Türk toplumu çoklu düşünme yeteneğini yitirdi. Daha doğrusu bilinçli ve planlı politikalarla ona unutturuldu. Yerini ise; bir bildiği vardır, o mutlaka bir şeyler düşünmüştür, biz daha mı iyi bileceğiz düşüncesi aldı.
Sonuçta akletmeyen, sorgulamayan ve körü körüne biat eden bir kitle oluştu.
Doğru haber alma özgürlüğü elinden alınmış, tefekkür etme kabiliyetini kaybetmiş, çıkar ve menfaat kulvarında ahlakını yitirmiş bir kitle, ülkenin geleceği için en büyük tehlikedir.