Bir zamanlar “çevre dostu”, “insan odaklı” diye pazarlanan politikalar, bugün insanı doğadan koparan; doğayı ise küresel çıkarların ve siyasi hesapların aracı haline getiren birer dayatma politikasına dönüşmüş durumda.
Almanya’nın pandemi sonrası süreçte, “çevreye zarar veriyor” diyerek kapattığı kömür santrallerini yeniden devreye alması, bu iki yüzlülüğün açık bir göstergesi. Ne oldu? Rusya’dan gaz gelmeyince birdenbire “yeşil enerji” ikinci plana atıldı. Oysa yıllardır bize, “iklim için fedakârlık şart” denmiyor muydu? Demek ki mesele ne çevreydi ne doğa ne de insan… Mesele yalnızca güç, kontrol ve çıkar.
Bugün yapay etleri, sentetik gıdaları bir kurtuluş gibi sunanlar; sizi topraktan, üretimden, doğayla kurduğunuz bin yıllık bağdan koparıp laboratuvarlara, küresel şirketlerin patentli ürünlerine mahkûm etmek istiyor. Bunu yaparken hem bedeninizi hem iradenizi teslim almaya çalışıyorlar.
Size bir haşere, zararlı bir ot muamelesi yapmaktan çekinmiyor; varlığınızı azaltmak için türlü politikalar geliştiriyorlar. Ve tüm bunları utanmadan “sürdürülebilirlik” ya da “iklim kriziyle mücadele” kisvesi altında yapıyorlar. Nefes alışverişinizi dahi vergilendirmeyi düşünen bu zihniyetin, size özgürlük vaat etmesi başlı başına bir ironi.
Paris İklim Anlaşması da işte tam bu bağlamda Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde görüşülüp onaylanma ve akabinde uygulama sürecine girecek olan bir başka küresel proje olarak karşımızda duruyor. Herkesin alkışladığı bu anlaşmanın arka planında, doğayı ve insanı korumaktan çok; milletleri belirli ekonomik ve teknolojik bağımlılıklara sürükleyen, tarımı ve üretimi merkezi planlarla kontrol altına almaya çalışan dayatmalar yatıyor.
İklimi bahane ederek alınan bu kararlar, aslında insanı ve toprağı birbirinden uzaklaştırmanın bir aracı hâline geliyor.
Çünkü bu mesele, deyim yerindeyse ineklerin osuruğundan vergi almak gibi “osuruktan bir iş” değil; bu mesele insanlık onurunu, hakikati ve özgür yaşamı ilgilendiren bir varoluş mücadelesidir. Ama sizin ne aklınız memlekette ne gönlünüz millette… Zira sizde hep önce putunuz, pardon partiniz gelir.
Ve unutmayın; birileri için “keşke imzalamasaydık” dediğiniz İstanbul Sözleşmesi nasıl size pişmanlık getirdiyse, bugün uğruna kendinizi paraladığınız bu politikalar da öyle bir pişmanlık bırakacak ki geriye… Ne Paris İklim Anlaşması ne İstanbul Sözleşmesi… Onlardan duyduğunuz pişmanlık bunun yanında devede kulak kalacak. Ama iş işten geçmiş olacak.